TRT Spor Haber Müdürü Fırat Günayer ile yaptığımız röportajda olimpiyatlardan ve spor medyasının geçmişten bugüne geçirdiği evrelerden konuştuk. Keyifli okumalar dileriz...
Merhaba Fırat Bey, Öncelikle bizlere vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Sizlerle bir spor insanı ve spor yayıncısı olarak sohbet etmek bizim için büyük bir keyif.
Ben teşekkür ederim. Yazılı basında ayakta durmanın ne kadar zor olduğunu, ne kadar saygı duyulacak bir iş olduğunu bildiğim için, sizinle sohbet etme olanağını büyük bir keyifle değerlendirmek istedim.
Olimpiyatlar gündemdeyken ilk sorumuz spor kültürümüzle ilgili olacak. Bazı spor branşlarına sadece 4 yılda bir ekranlarımızda yer veriyoruz ve bu da kitlenin eğilimi ve izlenme oranları tarafından belirleniyor. Geleneksel medya ve dijital medya alanlarında başarılı bir isim olarak, dijital medyanın amatör branşların yayılmasında olumlu bir etkisi olabileceğini düşünüyor musunuz?
Elbette medya, sporun gelişmesinde büyük bir etken. Ancak bizdeki temel sorun, spor kültürümüzün başarı odaklı olması. Başarılı olunca statlar ve salonlar doluyor, başarısızlıkta ise ilgi minimuma düşüyor. Voleybol sporu bunun en net örneği. Son yıllarda elde ettiğimiz başarılar sayesinde dijitalde voleybol programları yapılmaya başlandı. Üstelik fena da izlenmiyorlar. Bu arada 2021’de yayın hayatına başlayan TRTSPOR Yıldız kanalı da, amatör sporların yayılması ve izlenmesi konusunda ciddi bir katkı sağlamış durumda. Ancak özellikle voleybol örneğinde gördüğümüz gibi aslolan başarı elde etmek. Dijital medyanın da kafayı voleybola çevirmesinin sebebi, bu sporda son yıllarda gösterdiğimiz başarı ve bu sayede oluşan kitlenin kalabalıklığı. Kısacası ülkemizde bir spora ilgi duyulması ne yazık ki sadece başarıya bağlı. Oysa ki yarışmak, rekabet etmek gibi kavramlar da en az kazanmak kadar önemli. Bana göre yapılması gereken, çocuklara ve gençlere başarıyı değil rekabet ruhunu sevdirmek.
Sosyal medyayı oldukça iyi kullanan spor isimlerinin arasındasınız. Gelecekte seyirci kitlesinin artacağını ve medyada daha çok yer bulacağını düşündüğünüz bir branş var mı? Futbol, basketbol ve bir nebze voleybol sporları gibi spor kültürü repertuvarımıza bir başka branş daha eklenebilir mi? Tahmininiz hangi branş olurdu?
Buradaki referansımız elbette Olimpiyat Oyunları olacaktır. Okçulukta Mete Gazoz bir marka olmuş durumda. İlk defa yüzmede final yapan ve Olimpiyat 5’incisi olan 16 yaşındaki Kuzey Tunçelli, eli cebinde yaptığı atışla dünyada fenomen haline gelen Yusuf Dikeç, sırıkla atlamada Olimpiyat 5’incisi olan Ersu Şaşma, aslında her spor dalının izlenme anlamında potansiyeli olduğunu bizlere gösterdiler. Bir dönem halterde yaptığımız atılımı, yüzmede, okçulukta, atletizm de yapmamamız için hiçbir sebep yok.
2000’li yılların başından bu yana sektörün içindesiniz. Bugün spor medyasında değişen neler var? 2000’li yıllardan bu yana geçen çeyrek asırlık sürecin medyaya getirdikleri nelerdir?
Öncelikle geleneksel medya çağın gerçeklerine yenilmiş gözüküyor. Bizim evde haftanın her günü 2 gazete alınır, pazar günleri bu sayı 4’e çıkardı. Şimdi bu alışkanlık tamamen kaybolmuş durumda. Sosyal medya hızıyla, habercilik refleksiyle, herhangi bir sınırı ya da angajmanı olmamasıyla, açık fikirliliğiyle, değişen jenerasyonun beklentilerine karşılık vermesiyle, geleneksel medyanın çok fazla önüne geçmiş durumda. Bunlar sosyal medyanın elbette artıları. Artık insanlar, haberi hemen alabilmek için akşam bültenine ya da ertesi gün çıkacak gazeteye değil, X, Facebook, İnstagram, Youtube gibi platformlara bakıyorlar. Elbette sosyal ve dijital platformların neredeyse medyayı ele geçirmesiyle birlikte, sektörün kuralları da değişmiş durumda. Artık tüm haberi 140 karakterli bir tweet ya da 60 saniyelik bir reels’le öğrenmek isteyen bir kitle var. O yüzden de haber dilinden, anlatım şekline kadar her şey 20 yıl öncesine göre bambaşka bir hale gelmiş durumda. Eski dönem gazeteciliğin vazgeçilmezlerine olan saygı, itibar, objektiflik gibi kavramlar yerini etkileşime bırakmış durumda. Yeni düzen medyada etkileşimin karşılığı para. Dolayısıyla dijital medya topluma doğruyu değil, ondan istenileni veren bir medya haline gelmiş durumda.
Taraftar kültürünü de ele alabilir miyiz? Globalleşen bir taraftarlık mevcut; ülkemizde çok fazla Liverpool, Dortmund hatta St. Pauli, Roma gibi kültürel etkileşimleri de içeren bir taraftar kültürü tüm dünyada yayılıyor. Bu durumun spor medyası üzerindeki etkileri nelerdir? Yeni bir taraftarlık kavramını da günümüze taşıma potansiyeli mevcut mudur?
Glolaballeşen dünyada bu tip gelişmeler çok normal. Eskiden haftada 1 spor programlarında zor görülen Avrupa maçları şu anda her saniye karşımızda. Orada çok yerleşik bir futbol kültürü var. Ligden düşen bir takımın son maçına bile 40 bin kişi gelip destek verebiliyor. Bu kültürün ilgi çekmesi gayet normal. Nitekim dijital medyaya baktığımızda başta Premier Lig olmak üzere, birçok Avrupa Ligi’yle ilgili programlar yapılmakta. Gözlemlediği kadarıyla Premier Lig severler, Serie A’cılar gibi gruplar da oluşmuş vaziyette. Bunların sayısı artsa da Asya’daki gibi bir başka ülkenin takımını tutma kavramının burada hayata geçmesini zor görüyorum. Çok fazla eksiği, ciddi standart problemleri, zemin, hakem, yönetici soruları bulunsa da Türkiye Ligi 1900’lü yılların başından beri hayatımızda. Sert ve güçlü bir futbol iklimi var. Ne kadar kızsak da etkileşim anlamında, diğer futbol kültürlerine olan ilgi, bizim yerel rekabetimizin yanına yaklaşamaz diye düşünüyorum. Dönemi içeren sorulara bir de mevsimi ekleyelim.
Malum, futbolseverler açısından bu dönemin en büyük konusu transferler ve transfer dedikoduları. Geçmişimizde “Eto’o bitmiş”, “Baptista Galatasaray’da”, “Gallardo Fenerbahçe’de” gibi haberlerle sıkça karşılaştık. Bugün spor dünyasında doğrulama (fact-checking) ne durumda?
İnternetin pek de hayatımızda olmadığı dönemlerin haberleri bunlar. Hayal satmak eskiden spor gazeteciliğinin vazgeçilmezlerinden biriydi. Bu teknolojik çağda bu yöntemi uygulamak artık mümkün değil. Elinde cep telefonu bulunan herhangi bir taraftar, bir futbolcunun sözleşme şartlarına, kaç yıl daha takımında kalacağına, analizine, sakatlık geçmişine, kariyerine tek bir tuşla ulaşabiliyor. O yüzden de hayali haberlerin yerini çok daha gerçekçi haberler almış durumda. Artık direkt futbolcudan, futbolcunun menajerinden, kulüp kaynaklarından, yöneticilerden ve hatta bizzat başkandan alınan bilgiler haberleştiriliyor. Sosyal medyanın bu kadar sert olduğu bir ortamda doğrulama yapmadan haber yapmak mümkün değil. Bu teyit mekanizmasını sosyal medyanın haberciliğe getirdiği artılardan biri olarak da yorumlayabiliriz.
Ülkemizde infografik ve veri gazeteciliği konusunu sormak istiyorum. NBA ve MLB bu konularda çıtayı oldukça yükseğe çekmiş durumda. Ülkemizde de Opta, Match Study gibi verilerden faydalanıyoruz. Spor konuşurken ne kadar nesnel ölçütler kullanabiliyoruz? Spor kültürünü beslemeye yönelik bir medya oluşumumuz var mı ya da geleceğimiz nereye gidiyor?
Ülkemizde spor izleyicisini 2’ye ayırmak mümkün. Daha çok gençlerin olduğu bir kesim tamamen taraftarlık üzerine içerikler takip ediyor. Bu kitlenin yayıncıdan beklentisi, takımı savunması, rakibe sataşması, kulübün hakkını koruması olarak tanımlanabilir. Bu genç kitlenin objektiflik beklentisi yok. O yüzden de infografik gazeteciliğin sadece kendine uygun kısmıyla ilgilenebiliyor. Örneğin kazanılmış bir maçtan sonra, verilere dayanılarak yapılan olumsuz bir eleştiriyi duymak istemiyorlar ve hatta bunu camiayı bölmek gibi görebiliyorlar. Bu kitle kalabalık ve etkin bir kitle. Bir de işin gerçekten de bilimsel kısmına önem veren, istatistiğe dayalı bilgi doğrultusunda yorumları dikkate alan izleyici kitlesi var. Bunların sayısı daha az olsa da, infografik bilgiyi, objektif yaklaşımı önemsiyorlar. Bu tarz medya kuruluşları elbette var. İsim vererek diğerlerine haksızlık yapmak istemem ama spora, futbola çok daha bilimsel yaklaşan, sahayı ve taktiği konuşan çok değerli dijital kanallar ve çok değerli gazeteci arkadaşlarımız mevcut. Bu tarz yayıncılığı takip eden kitlenin sayısı diğer tarafa göre düşük olsa da, etkisinin yüksek olduğunu gözlemliyorum. Bu iş nereye gider, spor medyasının geleceği nereye gider, bunların cevabı izleyicide.
Ülkenin en büyük medya kuruluşlarından bir tanesinde önemli bir roldesiniz. Fırat Günayer e-spor’a nasıl yaklaşıyor? Football Manager oynar mısınız?
e-spor için kariyerimdeki en büyük eksiklik diyebilirim. e-spor takip eden kitlenin büyüklüğünün de kalitesinin de farkındayım. Ama işimin yoğunluğu yüzünden bu mecraya bir türlü giriş yapamadım. İşin kötü tarafı çok sağlam bir football manager oyuncusuydum uzun yıllar. Yani neredeyse 90’lı yılların sonundan 2010’a kadar, en az bi 12-13 yıllık football manager -eski adıyla sanırım championship manager- geçmişim de vardı. Buna rağmen hem geleneksel medya hem dijitalde yer alıp, sürekli bir içerik üretme halinde olduğum için oyun işini, e-spor işini geri plana attım.
Spor medyasında profesyonellik bir taraftar için ne kadar zor? Ya da Medya profesyonelinin taraftarlığını koruyabilmesi ne kadar zor?
Bir gazetecinin taraf olmasının eskiden belli başlı sakıncaları vardı. Günümüz dijital medyasında taraf olmak yayıncı için avantaj haline geldi. Kitle oluşturmanın ve hatta kitleyi konsolide etmenin en rahat yolu şu anda taraf olmak. Dijital medyanın ratingi izlenme üzerinden okunuyor. Dijitaldeki izleyicinin büyük bir bölümü kendisinden olanı dinlemeyi tercih ediyor. Gazeteciliğin ruhu açısından taraf olmak ciddi bir sıkıntı olsa da, dijital yayıncılıkta taraf olmanın artıları daha fazla.
Basılı dergiciliğin sporda en büyük yenilgilerinden bir tanesi Sports Illustrated olabilir. TRT’yi bir gün YouTube veya başka dijital mecralarda daha etkin görebilir miyiz? Türkiye’de geleneksel medya bu dönüşüme hazırlanıyor mu?
Hayat zaten bunu gerektiriyor. Yayıncılık koşulları, yayıncılık gerekliliklerinden koparak yayın hayatını sürdürmek mümkün değil. TRT’nin dijital platformu Tabii buna iyi bir örnek. Şampiyonlar Ligi’nden Avrupa Ligi’ne, dizilerden, özel içeriklere, çok büyük bir yatırım yapılmış durumda buraya. Yayıncıların dijital mecrayı kullanmama lüksü kalmadı artık. Geleneksel medya, gazetelerinin internet sitelerini kullanarak bu dönüşüme çok önce başladı aslında. Türkiye gibi sosyal medyanın çılgınca kullanıldığı bir ülkede bu dönüşümü yapamayan medya kuruluşlarının hayatta kalma şansı neredeyse yok gibi.
Son sorumuz, Euro 2024 performansımız üzerinden olacak. Elendiğimiz Hollanda karşılaşmasından dolayı milli takıma yönelik sert eleştiriler oldukça yaygındı. Ancak iki kadroyu karşılaştırdığımızda, Hollanda’nın 9 oyuncusu beş büyük ligde (La Liga, Premier Lig, Serie A, Bundesliga, Ligue 1) oynarken, Türkiye Milli Takımı’nın ilk 11’inde bu sayı 4. Ülke takımlarımıza dair gerçekçi değerlendirmelere sahip miyiz? Taraftarlık kültürü bizleri gerçeklerden ne kadar uzaklaştırıyor?
Kağıt üzerinde doğru bir karşılaştırma. Futbol kültürü ve başarı geçmişi olarak da Hollanda bizden çok daha ileride. Buna rağmen oluşan sert eleştirilerin bana göre 2 sebebi var. Birincisi Hollanda’nın her şeye rağmen kendi tarihinin en zayıf kadrolarından birine sahip olması. Son 30 yılda hep süper yıldızları, efsane golcüleri olan Hollanda belki de görüp görebileceğimiz en mütevazi kadroyla geldi şampiyonaya. Cruyff’la başlayan Van Basten, Gullit’le devam eden, De Boer kardeşler, Kluivert, Van Nistelrooy, Sneijder, Bergkamp gibi isimlerle ekol haline dönüşen dünya starı çıkartma işi son yıllarda biraz sekteye uğramış durumda Hollanda’da. Buna pek de etkili olmayan oyunları eklenince, elbette hevesimiz artmıştı. Diğer sebep ise futbolun ruhu. Bu sporun dünyada bu kadar sevilmesinin sebebi sürprize açık bir oyun olması. Netice itibariyle 11’er kişinin aynı koşullarda mücadele ettiği bir spordan bahsediyoruz. Ve aynı zamanda favorinin binlerce kez kaybettiği bir spor dalı bu. Leicester City’nin Premier Lig şampiyonluğu, Yunanistan’ın Avrupa Şampiyonluğu ve hatta bu sezon Dortmund’ın Şampiyonlar Ligi finali yapması akla ilk gelen örnekler. Dolayısıyla bizim gibi duygularıyla yaşayan bir milletin, böyle bir maçtan galibiyet beklemesi çok da anormal değil. Evet kağıt üzerinde bizden elbette üstünler.