İzmir Tekstil Bienali vasıtasıyla tanıştığımız sanatçı Nihat Özdal, röportaj isteğimizi kırmadı ve merak ettiklerimizi yanıtladı. Keyifli okumalar....
Nihat Bey merhabalar, okurlarımız için kendinizden ve profesyonel özgeçmişinizden bahseder misiniz?
Kendim ile ilgili konuşmayı çok sevmiyorum. Halfeti’de doğdum. Farklı disiplinlerde çalışmalar yapıyorum.
Sanatın farklı dallarında ürünler veren çok yönlü bir kişiliğiniz var. Bu birikim nasıl oluştu. Sanata yönlendirildiniz mi yoksa tamamen sizin tercihleriniz sonucu gelişen bir süreç bütünü mü?
Sanata yönlendiren kimse olmadı ama doğanın, otların, balıkların, kuşların, arıların, incirlerin, ağaçların, nehirlerin kıymetini çok küçük yaşlarda öğrendim. Sanat daha çok farkında olmak ile ilgili, renklerin, çizgilerin, şekillerin olduğu kadar, boşlukların, onları oraya taşıyan nedenlerin, oldukları yerin, oluşum süreçlerinin, taşıdıklarının farkında olmak da önemli.
Sanatınızda sıkça kullandığınız motifler veya temalar var mı? Bu seçimlerin arkasındaki düşünce süreci nedir?
Bir nehirde doğdum ve bir nehir gibi yaşamaya çalışıyorum. Yaptığım tüm işlerde akış, derinlik, kaynak, yatak, hafıza bir motif ya da tema olarak gözükür.
Kitaplarınızdan da söz etmek istiyorum biraz, ilk kitap heyecanınız ve daha sonrası. Edebiyatla sıkı bir ilişkiniz olmalı, nerler okuyorsunuz?
İlk kitabım “Google’den Önce” 2010 yılında yayınlandı. Daha sonra gastronomiden, mimariye, şiirden denemeye farklı alanlarda kitaplarım yayınlandı. Bu alanların tümünde fazla meraklı bir okurum… Bilim, doğa, coğrafya, moda, tarih, sanat elbette edebiyat yayında olan çoğu dergiyi aylık takip ederim. Günlük gazete okurum, hafta sonları gazete sayısı katlanır. Şehirdeki kitapçılar ve sahaflarla, ülkedeki pek çok yayıncı ile “fazla meraklı okur” iletişimim var sanırım.
Kariyerinizde en büyük dönüm noktası nedir ve nasıl etkiledi sizi?
Kariyer başarı ve ilerleme anlamları taşıyor, ben sadece akıyorum. Bir yerde değilim, bir yerde olmayı önemsemiyorum, varacak bir hedefim de hiç olmadı.
Bir sanatçı olarak Dünyayı ve Türkiye’yi nasıl yorumlarsınız. İçinde bulunduğumuz zamanı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çocukluğumda çok daha fazla serçe vardı. Etrafınıza bakın bir on, yirmi yıl önce balkonda, pencerede gördüğümüz bu kuşlara en son nerede rastladınız? İçinde olduğumuz durum biraz serçeler ile ilişkili, serçeler azaldıkça kötüye gittik, kötüye gitmenin serçeler ile ilişkisi üzerine kafa yormazsak da düzelemeyiz. İçinde bulunduğumuz zaman, öncesi ve sonrasında ben hep serçelerin tarafındayım.
Yakın gelecekteki projeleriniz ve hedefleriniz nelerdir?
Bazı kelimeler beni korkutur hedef de onlardan, Düğmeler kitabımda “bir menzili hesap edemez terzi” demiştim. Her sabah düzenli dalarım, suyun altında vakit geçirmeye özen gösteririm. Her geçen gün daha fazla plastik kirliliği sadece ülkemiz değil dünyanın bütün sularında… Nehirlere tüzel kişilik verilmesi üzerine bir dilekçe yazmıştım TBMM’ye, nehirler ve onlarla ilişkili canlılar için çalışmaya, mücadele etmeye devam edeceğim. Yolda yeni kitaplar ve sergiler de ayrıca var…
Bir sanat galeriniz olduğunu biliyoruz. Sanat galerisine giden yolculuğu anlatmanızı istiyorum. Ne zaman açtınız ve bir sanat galerisini ayakta tutmanın zorlukları nelerdir?
Ayzeradant Sanat Galerisi 2021 yılında açıldı, o tarihten bugüne iki ayda bir ilginç sergilere ev sahipliği yapıyor. İzmir’de 200 yıl önce Ayzeradant adında bir yer vardı. Bir dil bilimci Bedros Tıngır, çalışmalarını yaptığı evin girişine “bilgelik tapınağı” anlamına gelen Ayzeradant tabelası asmıştı. Onun bıraktığı yerden yaptığımız sergilerde “bilgelik” olmasına özen gösteriyoruz. Ticari kaygılar ile bilgelik, ayakta kalmak bağlamında çağımızda çok yan yana gelmeyecek kelimeler. Kolay olduğunu söyleyemem ama bu galeriyi 200 yıl öncesinin bir mirası olarak da gördüğüm için nitelikten ve adının taşıdığı çağrışımlardan ödün vermeden, ayakta tutmaya çalışıyorum.
Genç sanatçılara veya sanat kariyerine yeni başlayanlara tavsiyeleriniz nelerdir?
Az uyumaları ve sabah erken kalkmaları olabilir. Gün doğumunu kaçırmak bana büyük bir eksiklik gibi geliyor.
Küratörü olduğunuz Tekstil Bienali’nden söz ederken “Karşılaştığımız ilk ve son malzeme kumaş” şeklinde bir ifadeniz var ve bu ifade bizleri etkiledi doğrusu. Kumaşlarla ilgili anımsadığınız çapıcı anlar var mıdır, hangi kumaş size hangi duyguyu çağrıştırır?
Kumaş hepimizin tanıştığı ilk ve son nesne olmasına rağmen bazen fark etmiyoruz. Sadece kumaş değil genel olarak tekstil ile ilişkili nesneler hep ilgimi çekti. Henüz ilk gençlik zamanlarımda Berlin’de terk edilmiş bir düğme fabrikasını ziyaret etmiştim, dev bir fabrika ve etrafa saçılmış küçük düğmeler. Tekstil ile ilgili ilk kitabım “Düğmeler” olmuştu, son kitap ise “Makas”. Doğadaki diğer canlılarla beslenmek, sevmek, sevilmek, acı çekmek, çoğalmak gibi ortak özelliklerimiz var. Ama bir şekilde giyinmek için doğuyoruz. Bir kumaşa sarılıyız ve ölüm bile kumaştan bizi ayıramıyor. “Kumaş” kitabımda hayatıma dokunan tüm kumaşlar ile ilgili detaylıca yazdım.
Son olarak Kollekt okurları için bir kitap ve bir film önermenizi istiyoruz. Seçimlerinizin sebebini de paylaşırsanız çok mutlu oluruz doğrusu.
Yakın zamanda kaybettik Alpagut Gültekin’i, onun emeği çok Emre Sünter’in çevirdiği, Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin yazdığı “Bin Yayla” kitabında. Çoklu disiplinler arasında gezinirken, yeni bakış açıları edinmek için bir başyapıt. Onat Kutlar’ı çok severim, çok erken kaybettiğimiz büyük bir isim, onun Ferit Edgü eserinden senaryolaştırdığı “Hakkari’de Bir Mevsim”i önerebilirim. Nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu, dünyaya başka pencerelerden bakabilme yeteneklerimizi sorgulayan önemli bir yapım…