Çağlar Bey merhabalar. Öncelikle size çok teşekkür etmek istiyorum, bu yoğun süreçte bizi kırmadığınız ve tiyatronuzda ağırladığınız için. Dilerseniz ilk sorumuz ile başlayalım, klişedir biliyorum ama okurlarımıza kendinizden bahsetmenizi isteyeceğim. Çağlar İşgören kimdir?
Öncelikle şöyle söylemeliyim, tiyatro sanatına çocukluk yıllarımdan beri yoğun ilgi duydum, sonra yavaş yavaş işin içine girdim. Başta aktör, sonra yönetmen, sonra eğitmen, sonra yazar, sonra da prodüktör olarak bu sanatın her aşamasında yer aldım. Yani aslında bir tiyatro insanıyım diyebilirim. Tiyatro ile geçen bir yirmi beş yılı doldurmak üzereyim. Yaptığım işi de sanatla içli dışlı bir yaşantım olmasını da seviyorum.
Özel bir tiyatroyu ayakta tutmak nasıl bir serüven? Özel tiyatroların yaşadığı zorluklar nelerdir bize bahsetmek ister misiniz?
Tabii ki özel bir tiyatroyu ayakta tutmak kolay değil ama keyifli de bir serüven olduğunu söyleyebilirim çünkü ben aslında hobisini iş edinmiş şanslı insanlardan biriyim. Dediğim gibi tiyatro benim çok keyif aldığım bir alandı çocukluğumda, sonrasında mesleğim haline geldi. Bu mesleği icra ederken de büyük keyif almaya başladım. Tabii ki gerçekten çok ciddi zorlukları var özel tiyatroların. Sahne Tozu Tiyatrosu’nda da zorluklar mevcut. Bu zorlukların üstesinden gelip, tiyatroyu bir arpa boyu daha ileri götürebilme durumuna nail oluyorsak bu beni çok mutlu ediyor.
Öncelikle, bulunduğu şehirlerde özel tiyatrolara yatırım yapılması gerekli. Yeteri kadar yatırım yapılmıyor ülkemizde. Yatırımdan kastım, derme çatma yerler değil de biraz daha sahneye yönelik, sahnenin dinamiklerini elde etmeye yönelik yatırımlar yapılması gerekiyor. Tabii insanlar bu noktada “yahu biz karnımızı zor doyuruyoruz.” ya da ne bileyim “benim kendi reklamımı yapabileceğim daha büyük alanlar var niye tiyatroya yatırım yapayım?” diyebilirler ama bir toplumun aynasıdır tiyatro, sadece tiyatro da değil üstelik tüm sanat dalları öyledir.
Bilirsiniz ana sanat dalları vardır ve tiyatro da bu ana sanat dallarından biridir. Bu ana unsurlarla insanlar yetişir, kendilerini geliştirirler ve gerçekten topluma baktığınız zaman eğer yerle yeksan bir genel kültüre sahipse anlayın ki o kültürde sanat çok pasiftir. Genel kültürü yüksek, biraz daha çok yönlü düşünebilen toplumların inanın ki sanatta gelişmişlikleri söz konusudur.
Bir insanın çocuğunu ya da gelecek jenerasyonu düşünmesi kadar yerinde bir şey yoktur, her şey yalnızca ticaret değildir. O yüzden sanata yatırım yapılması gerekli. Anadolu’da, Doğu Anadolu’da, Batı Anadolu’da, Batı’da, kısaca ülkemizin her yerinde mutlaka ki mutlaka şu an olduğundan en az on kat daha fazla yatırım yapılması gerekir. Özetle özel tiyatrolar için en büyük zorlukların başında sahne bulmak ve oynanan oyunların reklamlarını yapabilmek geliyor.
Peki özel tiyatro alanı oyuncusu için kurtarılmış bir alan mıdır yoksa özel tiyatrolarda da siyasi atmosfer etkileyici bir unsur olarak karşımıza çıkıyor mu?
Aslında yalnızca tiyatroda değil tüm diğer sanat dallarında da siyasi atmosfer etkileyici bir unsur olarak karşımıza çıkar. Bu durum bütün dünya üzerinde geçerli, Avrupa ve Amerika’da da durum böyle. Tabii ki siyasi yönelimler üzerinden tiyatroda metinler tercih edilip oyunlar yönetilebiliyor. Oynanan oyunlar siyasi olaylara atfen kaleme alınıp sahnelenebiliyor. Bazen de geri adım atılabiliyor, yapılmaktan imtina edilen büyük eserler olabiliyor.
Bu noktada ülkemize bakacak olursak özel tiyatrolar şu anda oyuncu için bir nebze kurtarılmış bir alandır diyebiliriz ancak bu konuda ben biraz daha farklı düşünüyorum. Evet, devlet tiyatroları, şehir tiyatroları ya da belediye tiyatroları biraz daha yöneticilere ve bürokrasiye bağlıdır elbette. Bu noktada özel tiyatrolar daha rahat olabilir ama bu bir kurtuluş alanı değildir yani bu biraz da tiyatrocunun, tiyatro ile ilgilenen kişinin, tiyatroyu yönetenin ya da yönetmenin kişiliği ile alakalıdır. Çünkü tiyatro sadece eleştiri sanatı değildir asla böyle bakılmaması gerekiyor. Bu yüzden bazı tiyatrocu arkadaşların feveranlarını aşırı buluyorum. Hatta biraz şovenist tavırlar gibi geliyor bana. İşte “Biz eziliyoruz, emekçiyiz biz.” diyerek sadece eleştiri ile tiyatro yapılmaz, tiyatronun çok ciddi bir estetik kaygısı vardır, görsel bir sanattır. Tabii ki eleştiri oynanan oyunda ve oynayan oyuncuda kendiliğinden gelişen bir biçimde doğal olarak mutlaka vardır. Siyasi tiyatro yapan bunu tercih etmiş olan tiyatroları tenzih ediyorum tabii ki böyle bir özgürlük söz konusu, yapılmalı mıdır yapılmalıdır. Benim bu noktada şahsi kanaatim; biraz idari kadrolardan biraz da oyuncuların kendilerinden gelecek adımlarla orta noktada buluşulabileceği ve güzel işler çıkabileceği yönünde. Özetle, sürekli olarak karşı tarafta suç bulan ve “ben çok iyiyim” şeklinde düşünen bir tiyatrocu değilim.
Tiyatronuza genç yetenekleri nasıl katıyorsunuz? Yetiştirdiğiniz gençler var mı? Nasıl bir yol izliyorsunuz burada?
Sahne Tozu Tiyatrosu bir okul aynı zamanda. Buradaki derslerde, atölyelerde çok yetenekli öğrencilerimiz bulunuyor ve kendilerini geliştiriyorlar. Süreç içerisinde onlarla birlikte geçirdiğimiz o güzel atölye vakitlerinde, provalarda, söyleşilerde biz kendilerini yönlendiriyoruz. Aynı zamanda bir yapım ayağı olan Sahne Tozu Tiyatrosu’nun hem kendi yapımlarında hem Sahne Tozu Tiyatrosu’nun tanımış olduğu ustaların ve yapımcıların projelerinde onlara yön verebiliyoruz.
Bugüne kadar gerçekten de güzel başarılar elde etmiş öğrencileri var Sahne Tozu Tiyatrosu’nun. Bizi çok şaşırtan, büyük başarılar elde eden çokça öğrencimiz oldu, olmaya da devam edecektir.
Bir aktörler kulübü projenizden haberdar olduk, bize onu da anlatmanızı istiyoruz. Nedir bu aktörler kulübü projesi?
Aktörler Kulübü aslında bundan on bir yıl önce benim kurduğum bir yapı. Burada ana tema şuydu, Shakespeare’in meşhur bir sözü vardır; “Yerküre bir sahne biz de üzerindeki oyuncularız.” işte tam bu noktada bazılarımız birden çok rol üstlenir, rolü biten sahneyi terk eder. Bu çok etkileyici geldi bana her zaman. Gerçek mesleği avukat, mali müşavir, iş dünyasında beyaz yakalı ya da işportacı, öğretmen, asker her ne meslekten olursa olsun zamanında tiyatroyla ilgilenmiş bu kişiler tiyatro ile temaslarını kesmek istemiyorlar, haliyle devam etmek için bir alan arıyorlar. Biz bu arayışın farkına varıp böyle bir yol izledik. Bundan on bir on iki yıl önce bir deneme yaptım. Bir senelik bir alan oluşturdum. Bu derslerin verildiği yapıya yeni aktörler dedim. O yeni aktörlere tiyatronun mutfağını gösterdim ve bizzat orada görevler dağıttım.
Tiyatroyu çok seven ve öğrencilik zamanındaki gibi zanneden birçok öğrencimiz sahne arkasına, dekoruna, kostümüne, ışığına, kapısına, biletine, reklamına, temizliğine vs. bakarak arka taraftaki zorluğu gördüğünde bir kısmı “Bir dakika, bu hiç de derslerdeki gibi değilmiş, arka plandaki yük çok ağırmış, hadi bana eyvallah” dediler ama tam tersi “Tam benlikmiş, ben tamam anladım bunun ne kadar meşakkatli bir iş olduğunu, güç bir iş olduğunu gördüm ve devam etmek istiyorum.” Diyen öğrencilerimiz de oldu. Örneğin elli kişilik bir sınıfta yirmi beşi gitti yirmi beşi kaldı.
O bir sene bittikten sonra baktık ki evet, yirmi beş kişi gerçekten benimsemiş ve işten arta kalan vakitlerinde amatör bir biçimde tiyatro ile haşır neşir olmak istiyorlar. Bu arkadaşlara bir mülakat daha yaptık. O mülakatı kazanan yirmi beş kişiden beş ya da on kişi ile ilk dönem Aktörler Kulübünü kurduk ve geçen on bir yıllık süreçte Aktörler Kulübü gerçekten de çok büyük başarılar elde etti. Mülakatları kazanan yeni öğrencilerle her sene yenilendi aktörler kulübü. Bu yapı git gide büyüyor ve dünyada şu an tek bu kulüp. Herhalde bir on beş yirmi sene sonra dünyanın da haberdar olduğu bir kulüp yapısı haline gelecek.
Çağlar Bey, son olarak hayatımın oyunu dediğiniz oyunu merak ediyorum. Bize hikâyesini de anlatın lütfen. Neden sizi etkiledi bahseder misiniz?
Benim iki tane oyunum var hayatımın oyunu dediğim. Bir tanesi kesinlikle “Kamp 17” oyunu gerçekten de hayatımın oyunudur. Olaylar nazi Almanyasında gelişiyor. Bir baraka içerisinde bulunan esirlerin, Amerikan Hava Subaylarının kurtulma çabası ve her seferinde kaçma planı yaparlarken içlerinden bir casusun nazi askerlerine haber vermesini konu alıyor. Konusu harika ama burada çarpıcı olan şey konudan ziyade bu oyunun yazarı, iki tane yazarı var. Bu iki kişi Donald Bevan ve Edmund Trzcinski o barakada, o esaret altında kalan kişiler. Aslında tiyatro ile alakası olmayan kişiler ve yaşadıklarını o kadar etkileyici yazmışlar ki, sonrasında ben bu oyunu tabi hocam Haldun Dormen’in sayesinde öğrendim ilk önce o yönetmişti yıllar önce Sahne Tozu Tiyatrosu’nda, sonra ondan esinlenerek oyunu revize ettim, bambaşka bir oyun haline geldi. Bu da gerçekten hayatımın oyunu diyebileceğim bir noktaya çıktı. Kamp 17 benim başka türlü revize edişimle de şu anki ismi de Baraka aslında. Harika bir oyun.
İkinci oyun olarak da Shakespeare’in “Venedik Taciri”ni söyleyebilirim. Tabii başka onlarca harika oyun var ama bu oyun için hayatımın oyunu diyebilirim. Venedik Taciri’ni benim için özel kılan şudur: Bu oyun bir komedya aslında ama bana göre şu dönemde insanlar baktığında bir tragedya olarak ele alabilirler çünkü toplumun dönüşümünü çok net ortaya koymuş bir oyun ve özellikle oyunculuk bazında beni çok etkiler. Al Pacino’nun Shylock karakterini oynaması çocukluğumda büyük bir hayranlık uyandırmıştı. Ben de yirmi beş yıllık tiyatro hayatımda henüz oynamış değilim o rolü. İnşallah önümüzdeki dönemlerde hala tiyatro yapmaya devam ediyor olursam, o rolü oynayıp toplumun dönüşümünün ispatını hem hissetmenin hem seyircilerimizle paylaşmanın hayali içerisindeyim.
Sorularım arasında yoktu ama siz cevabınızda Haldun Dormen ismini zikrettiniz, sormadan geçmek istemedim. Haldun Dormen sizin için ne ifade ediyor, bize kısaca hikâyenizden bahseder misiniz?
Haldun Dormen, Sahne Tozu Tiyatrosu ve benim için her şeyin başlangıcı. Var oluş sebebim diyorum ben Haldun Dormen’e. Belki benim içimde bir şeyler vardı ama o şeyi nasıl idare edeceğimi, nasıl harekete geçirip doğru düzgün işler yapacağımı öğreten, ustaların ustası, hocaların hocası Haldun Dormen’dir. Son derece alçak gönüllü, umut dolu, enerji dolu bir kişi ve benim başımın tacı bir tanecik hocamdır kendisi. Onu çok seviyorum, hayatıma kattıklarını anlat anlat bitiremem, bir gün inşallah bir kitap yazacağım, çok inişli çıkışlı hatıralarımız var, o hatıraları paylaşacağım kitapta. Bu yirmi yıllık Sahne Tozu Tiyatrosu’ndan gelmiş geçmiş tüm dostlarımız var bunların hepsini paylaşacağım.
Tüm bunların yanında Haldun Dormen tabii ki bir ekol, Sahne Tozu Tiyatrosu da bu ekolü Türkiye’de devam ettirmeye çalışan tek tiyatro çünkü sahnede o Dormen tiyatrosundaki birliği gerçekten biz de kendi ekibimizle yaşıyoruz. Onu da elimizden geldiği kadar, bir pirinç tanesi kadar da olsa öteye götürmek için büyük bir mücadele veriyoruz. Sahne Tozu Tiyatrosu’nun sanat danışmanı hala Haldun Dormen’dir. Bu sene de çok güzel bir müzikal koydu, Broadway’den telifini aldığımız bir müzikal ve devam ediyoruz çalışmalarımıza. Bunun akabinde tabii ki Sahne Tozu’nun hocaları gerçekten çok hakkı ödenmeyecek kişiler. Özellikle Göksel Kortay var ki bizi nakış gibi işlemiştir bilgileri ile engin tecrübeleri ile. Bu iki isim Sahne Tozu Tiyatrosu’nun anne ve babası gibi oldular yani ama tabi her şeyin başı Sayın Haldun Dormen, minnettarım Haldun Dormen’e, hep de öyle kalacağım.